
Önceden planlanmış meşhur şehir fırsatı çeklerinden Piraye Cafeden aldığımız “van kahvaltısı” ile büyük bir hayal kırıklıgıyla basladı gunumuz.
Hayal kırıklıgı cunku hayallerimizdeki van kahvaltisi icin cok basit ve az cesıtle ac-tok arası tamamladık kahvaltımızı. Kahvaltıdan sonra heyacanla bekledigim sergi icin Pera müzesine dogru yola cıktık.
Cihangirden taksime cikarken en guzel şey bayılarak aldıgım kokoş eldivenlerim oldu :)
2002 Yılında Salma Hayek’in başrolünü oynadığı Frida filmini izlediğimde sinemadan çıkarken düşündüğüm şeyi unutmam bir insanin hayatını küçük bir dalgınlık nasıl değiştiriyor?
1907 doğumlu Frida, altı yaşındayken geçirdiği çocuk felcinin sonucu olarak bir bacağı özürlü kalmış, kendisine "Tahta Bacak Frida" denmişti. Bu özrüyle başetmesini bilen Frida, genç kızlık çağında, dönemin en iyi eğitimini veren Ulusal Hazırlık Okulu’nda okurken 18 yasında gecirdigi agir bir tarafik kazası (şemsiyesini unutup inmeseydi otobusten kaza yaptıgı otobuse binmeyecekti ve belki de Frida Kahlo diye bir ressam olmayacaktı!) sonucu eğitimini yarıda bırakarak ve en büyük hayalı olan tıp eğitimini alamadı. Kaza ile ilgili daha sonra şunları söyleyecekti;
Benim zamanımda otobüsler hiç de güvenilir değildi; henüz yeni kullanıma girmişlerdi ve pek rağbet görüyorlardı. Tramvaylar boşalmışlardı. Alejandro Gomez Arias'la otobüse bindim... Kısa bir zaman sonra otobüs ile Xochimilo hattının treni çarpıştı. Tuhaf bir çarpışmaydı bu; şiddetli değil, ağır ve yavaştı, herkesi sarstı. Beni daha da çok sarstı. Önce başka bir otobüse binmiştik. Ama küçük şemsiyemi unuttuğumu görünce, aramak için indik, beni harabe eden otobüse böylece bindik. Kaza bir kavşakta oldu... İnsanın çarpışmanın farkına vardığı, ağladığı doğru değil. Gözümden bir tek damla yaş akmadı ve demir çubuk, kılıcın boğayı delmesi gibi beni deldi geçti.

Ailenin desteğiyle acılarını unutması icin resim yapmaya tevsik edilen Frida, yatağının tavanındaki aynaya bakarak oto-portreler yapmaya başladı.
1927’de yurumeye başlayan Frida bir gun resımlerini Meksikalı Michalangelo olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera'yı görmeye ve resimlerini göstermeye gitti. Diego’nun resimlerine hayranlıgıyla baslayan aşklarını 1929’da Frida’nın annesinin ölümünün ardından resmileştirirler. Cevreleri Diego’nun dev fizigiyle Frida’nın küçük ve narin bedenine gonderme yaparak “bir fille bir güvercinin birleşmesi”olarak nitelemişlerdi.



Kısaltabildiğim kadarıyla kısa yaşam öyküsünden sonra sergiden edindiğim izlenimlere gecelim…
Yaşamlarının önemli bir bölümünü Meksika’da geçirmiş koleksiyoner bir çift olan Jacques ve Natasha Gelman’ın, Frida Kahlo’nun retrospektifi’nin en önemli yapıtları ile Diego Rivera’nın az sayıdaki tuval resmi örneklerinin en önemlilerini görebileceğiniz bir sergi.

Cok sayıda ve cok buyuk eserleri olmadıgının altını cızmekte fayda var 143 eserinin 55 tanesi oto-portrelerden oluşur. Yaşamının büyük bir bölümünü yatakta başının üstünde duran, “gündüzlerinin ve gecelerinin celladı” olarak tanımladığı bir aynaya bakarak geçirdiği için sürekli oto-portre çizmiştir. Resimlerindeki ustalık, Pablo Picasso’ya bile "Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz" dedirtmiştir.
Yapıtları ve yaşamlarıyla sinema ve edebiyat dünyasına da esin vermiş ikilinin eserleri 20 Mart 2011 tarihine kadar Pera Müzesi’nde izlenebilecek.
Resim sergilerine yada dünyaca unlu kişilerinin eserlerine ilginiz varsa mutlaka gitmenizi tavsiye ederim.
Günümü dostlarım Vildan ve Şule ile Tango gosterisi izleyip Şampiyonda midyeleri mideye indirmiş bir halde kultur-sanat ile dolu bir haftasonu gecirmiş olmanın rahatlıgıyla tamamlamış bulunuyorum..